Herkesin özgüveninin düşük olduğu, kendisi hakkında iyi hissetmediği zamanları olmuştur. Kendimiz hakkında iyi hissettiğimiz, yaptığımız şeyler hakkında özgüvenimizin yüksek olduğu zamanlarda, hayat, nasıl geçtiğini anlayamadığımız bir kolaylıkta akarken, kendimize, yaptığımız işe dair soru işaretlerimiz çoğaldığında, gölge alanların fazlalaştığı, daha fazla kritik yapan bir zihinle baş başa buluruz kendimizi.
Nasıl ve ne zamandan itibaren böyle hissettiğimizden bağımsız olarak mesaj açıktır: Yeterince iyi değilsin!
Başkalarının beklentilerini yeterli oranda karşılayamadığımıza olan inanç, aslında çoğunlukla kendi kendimizden beklediklerimizi karşılayamadığımız ve karşılayamayacağımız inancının köklerinden filizlenir. Kendimiz için yeterince iyi değilizdir.
Aslına bakarsanız büyük oranda çevresel faktörlerin de etkisi altında kalarak şekillenmiş karakterlerimiz de, bu durum için oldukça belirleyicidir. Bazılarımız kendisi için çok yüksek hedefler koyar ve kendini acımasızca bunlar uğruna hırpalarken, bazılarımız da hayata daha puslu bir pencereden, pasif bir alandan bakmaya daha yatkındır.
Bu işin üzücü yanı kişi bir şey için yeterince (!) (Yeteri nedir? Ne kadardır? Kim bilir?) iyi değilse hayatındaki diğer pek çok alan da bundan etkilenir. Özellikle yeni sosyal ortamlarda bulunmaktan, yeni şeyler denemekten kaçınmak, yaşama dair zevk veren veya katkı sağlayacak yeni hedefler bulmak ve bunlara doğru ilerleme hevesinden yoksunluk yan etkiler olarak baş gösterir. İlk başta olası tüm yüzleşmelerden uzak tutan bu kendini sakınma halleri bir süre sonra tüm yaşamdan, yaşamaktan sakınmaya dönüşebilir. Neticesinde daha içe kapanık ve kapandıkça da yetersizlik hissinin arttığı kısır bir döngü başlamıştır bile.
Bu his herkes için bambaşka alanlarda kendini gösterebilir. Mesela bazılarınızın şort giymek için yeterince ince bacaklarınız yok belki. Ya da aslında gayet de konuşulanı anlayıp cevap verebilecek kadar yabancı diliniz olduğu halde yeterince iyi (!) konuşamadığınızdan iletişime geçmediğiniz, yabancı dil gerektiren ortamlarınız var. Bulunduğunuz iş yerinde patronunuz için vazgeçilebilir olduğunuza, arkadaş grubunuzda en az değerli olanın kendiniz olduğuna dair gizli bir inancınız olabilir mi? Günün sonunda yetersiz, eksik ve değersiz olarak etiketlemişsinizdir kendinizi alnınızın tam ortasından.
Aslında bu hislere kapıldığımızda bir yanımız sihirli bir değnek değse de yaşamdan keyif alamayan bu yanı düzeltse der. Asıl sihirli kelime tam da burada saklı. Ortada bozuk, yanlış, hatalı veya eksik bir şey yok ki düzelsin.
Tüm bu inanç kalıplarının arkasındaki en önemli kısım şu ki; sorun biz değiliz. Sorun kendimizle olan ilişkimiz ve kendimizi yaşamla ilişkilendirme biçimimiz. Kendimize yine kendimizle ilgili sattığımız ve başkalarından hiçbir filtre uygulamadan satın aldığımız düşünce kalıpları ile ilgili. Artık hepimiz biliyoruz ki zihin doğası gereği durmaksızın yeni düşüncelerle karşımıza çıkmakla ilgileniyor ve bizler sadece zihinden ve ürettiği düşüncelerden ibaret değiliz. Üstelik her düşündüğümüz doğru veya gerçek değil. Genellikle bir düşünce başka bir düşünceyi düşünüyor. Bu bağlantıyı görmek ve kendi düşüncelerimizle olan ilişkimizi yönetmek, bilinçli bir şekilde farkındalığımızı bu alana yönlendirmekle mümkün.
Öz değerimiz hakkında bir karar vermeden önce neyin değerli neyin değersiz olduğuna dair yaklaşımımıza ve bu kararları bizzat kendimizin mi verdiğine, yoksa öyle inandırılmış olup olmadığımıza bakmak güzel bir başlangıç adımı olabilir.
Neticesinde değer yargıları dış dünya bileşenlerine bağlıysa eğer, yaşamlarımızda değerli hissedebilmek uğruna yer yer uçlarda salınan sınır ihlalleri ile dolu dalgalanmalar, öfke ve ağlama nöbetleri, huzursuzluk yaşamamız, hayatın akışıyla uyumsuzluk hissetmemiz muhtemel olacaktır. Bir diğer önemli farkındalık konusu ise bu öğretilmiş değer kavramlarını sürekli zihnimizde tutarken bilinçlenmeyerek, kendimizi ruhsal olarak doyurmadan ve geliştirmeden körü körüne ilk önümüze servis edildikleri halleri ile onlara inanmaya devam edişimiz olabilir.
Hayata dair tüm inançlarımız da aslında yine düşüncelerimizden ibaret. Tüm düşüncelerimizin bilgece olduğunu kim söyleyebilir ki?
Belki de artık zaten yeterince iyi olmayan (!) kendimizi tanımladığımız düşüncelerimizi çok da ciddiye almamanın, yeni bir yöntem denemeye izin vermenin vakti gelmiştir. Kendimize dair düşüncelerimizin haklı dayanakları olup olmadığı, doğru olanlarla olmayanların ayrımı, anlık bir düşüncemizi fark etmekle ona inanmak arasındaki ince hatta gizli.
Çoğunlukla değer ve değersizlik grafiğinin değerli ucu bir konuda başarılı olmaya, başarılı hissetmeye dayanır. İşte, özel hayatta, günlük yaşamda, sağlıkla ilgili konularda, arkadaşlık ilişkilerinde. Bir önceki cümlede bahsi geçen başarıya ulaşan kişinin yaşadığı tatmin duygusu kalıcı olmayacaktır. Kalıcı olan tek şey fayda sağlayandır. Faydayı yaşamımıza davet edebilmenin yolu, onu varılması gereken bir hedef olarak görmek yerine, yolculuğun kendisi olduğunu kabul etmekten geçer.
Araştırmalar hedef odaklı bir şekilde sürekli surette kendine karşı sert davranmanın hedeflere ulaşmakta ve daha iyi olmakta bir fayda sağlamadığını göstermiş. Aşırıya kaçan kendini eleştirme tavrı bizde mevcut bulunan kıymetli kaynaklarımızın da tükenmesine sebep olabilir.
İyiler ve kötüler, yeterlilik ve yetersizlik, düşüncelerin birer tanımı. Aslında bunların yerine mevcut olan, güçlü yanlarımız ve geliştirilmesi gereken yanlarımız. Güçlü yanlarımızdan gelen kaynaklarımızı kullanarak geliştirilmesi gereken yanlarımıza destek vermek, çoğunlukla sevdiğimiz birine kolaylıkla gösterdiğimiz şefkatli ve yargılayıcı olmayan tavır üzerinden işler. Eskimiş kaynağı ve geçerliliği şüpheli yargılar yerine olanın olmasına izin verirken bilinçli, gelişime açık ve şefkatli bir yolculuğa izin vermek kalıcı olacak olan faydaları hayatımıza çekmemize ve öz değerimizin yükselmesine yardımcı olabilir.
Bu yazı kalbinizde bir yerlere dokunduysa eğer, belki bu andan itibaren kendinize karşı biraz daha yargısız, şefkatli ve bilinçli bir yakınlık gösterir ve bu metni fayda görebileceğini düşündüğünüz bir sevdiğinize paylaşabilirsiniz. Ne dersiniz?
Sevgilerimle…
(Alıntıdır)