Kintsugi, diğer adıyla kintsukuroi, tarihi 15. yüzyıl Japonyası’na dayanan bir “tamir sanatı”. Eski Japonca kintsugi kelimesi dilimize “altın birleştirme/tamir,” ya da “altınla yamama” olarak çevriliyor.
Kintsugi zanaatının altında yatan felsefe kırılan veya eskiyen eşyalardaki güzelliği görmek şeklinde tanımlanan “wabi-sabi.” Bu felsefeye göre kintsugi tekniğiyle kırılan eşyalar yeniden bir araya getirilerek onlara yeni bir yaşam ve amaç kazandırılıyor.
Rivayete göre; zamanın Japon imparatoru, kırılan vazo ve çömleklerini tamir ettirmek için Çin’e gönderiyor ve çok değer verdiği bu eşyaların metal tellerle birbirine tutturulduğunu görünce, metal yerine altın kullanılmasını emrediyor.
Bu sanatın özelliği ortaya çıktığı dönemin koşulları göz önüne alındığında daha çok ortaya çıkıyor. Zira o yıllarda Batı’da, kırılan objelerin değerini yitirdiği ve bir daha kullanılamayacağı inancı hakimken, doğuda yükselen bu zanaat yeniden kullanım gibi ulvi bir amaca da hizmet etmiş oluyor.
27 yaşındaki Japon kintsugi sanatçısı Muneaki Shimode, kintsugiyi, “Bozduğunuz bir şeyi kendinizin tamir ettiği, güzel bir yaşam biçimi.” şeklinde tanımlıyor. Önemli olan kırılan eşyaların deformasyonlarını gizleyerek “eskisinden daha iyi” ya da “yeni gibi” bir hale getirmek değil, tam tersine bu deformasyonları mümkün olduğunca ortaya çıkarmak.
Ortaya çıkan eser herkesin beğenisini kazanıyor ve dönemin moda akımı haline geliyor. Öyle ki bazı koleksiyonerler, sadece kintsugi yapabilmek için sağlam vazoları fırlatıp kırıyor ve altınla geri yapıştırıyor.
Günümüzde tekrar trend olan yeni kintsugi’de de aynı eskisinde olduğu gibi kırılan porselenler birleştiriliyor. Altın, gümüş veya platinin vernikle karıştırılmasıyla elde edilen madde, kırık porselenleri birleştirmek için kullanılıyor ve ortaya birbirinden güzel sanat eserleri çıkıyor.
Japonların bu sanatı, bizlerin kişisel gelişim yolculuğunu anlatmakta. Kırılsak da, dağılsak da, o izleri saklamadan, kendiyle barışık ve daha değerliyiz.