İlkokul yıllarımdayım, dönemin gözde parçalarından “Bu Aşk Burada Biter”in nakaratı dilimize pelesenk olmuş durumda;
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider.
Derken bestenin şairi Ataol Behramoğlu’yla tanışılan ve hiç kopulmayan yıllar. Şiirleriyle başlayan tanışıklığın ardından öğrenilen bir derya deniz Behramoğlu. Şair, yazar, çevirmen, dramaturg, akademisyen… Kısacası yazıya adanmış bir hayat.
Türkçenin duruluğunu en iyi kullanan şairlerimizden biri olarak tanırız onu. Memleket ve insan sevgisiyle eserlerini harmanlamış, Türk aydınlanmasının taşıyıcılığını üstlenmiştir hep. Edebiyatın sınırlarını aşmış ve çevirileriyle o sınırların dışına okurlarının da erişmesine köprü olmuştur. Bizleri bambaşka şairlere götürür yıllardır…
Behramoğlu sanatla geçen yarım asrı geride bıraktı geçtiğimiz yıl. Kars, Edirne, Adana, İzmir ve İstanbul’un birçok semtinde düzenlenen etkinliklerle kutlandı sanatının 50. Yılı. Onlarca kitap, ödüller ve Nazım Hikmet’ten sonra şiirleri yabancı dile en çok çevrilen Türk şair olma özelliği ile yaşadıklarından öğrendiği bir şeyleri konuştuk Behramoğlu ile.
Azeri kökeninizden, Çatalca’da doğumunuzdan, Çankırı’daki yaşamınızdan çok bahsederler. Biz Kars’a ve çocukluğunuza gidelim. Kayabaşı uçurumuna…
“Hayata Uzun Veda”da o çocukluk yaşantılarının izlerini sürebilirsiniz. Kayabaşı hâlâ orada. Uçurumun dibinde, sonsuz bir genişlikte akan Kars Çayı da…
Dört kardeş fakat yalnız bir çocuktunuz. Yazdıklarınızın şiir olduğunu bilmediğiniz yaşlarda yazdınız ilk şiirlerinizi, “Sefalet” bunlardan biri. Kendi deyiminizle yarım yüzyıl sonra Necip Fazıl’ın bu şiiriniz üzerindeki etkisini fark ettiniz… On yaşındaki bir çocuk için “Tabut” fazla sarsıcı olmalı.
Öyle de olmuştu… Fakat sözünü ettiğiniz şiiri yazdığımda sanırım ortaokul öğrencisiydim ve yazdıklarımın şiir olduğunu da biliyordum artık…
Kendinizi şair gibi hissetmeye başladığınızda lise yıllarınızdaydınız. İlk aşkınızdan bahseder misiniz?
Şiir dışında aşktan söz etmenin pek de anlamı yoktur. ”Melankoli”ye, “Bu Aşk Burada Biter”e bakınız.
Önce şiirle sonra şairlerle tanıştınız. İlk etkisinde kaldığınız şair Orhan Veli, öyle mi? Paris sürgünlüğünde bir sabah, Orhan Veli’nin “İstanbul’u Dinliyorum” şiirine açtınız gözlerinizi…
Etkilendiğim ilk şairler Hececiler diye adlandırılan şairlerimiz, örneğin Ömer Bedreddin, Kemalettin Kamu, Necip Fazıl filandır. Orhan Veli daha sonradır. Sözünü ettiğiniz Orhan Veli şiiriyle ilgili yurt dışı yaşantısı ise neredeyse yüzyıl daha sonradır. “Şiirin Dili-Anadil” adlı kitabımda, aynı adı taşıyan yazıya bakınız.
1970 ve 1975. Önemli iki dergi. Biri İsmet Özel ile Halkın Dostları. Diğeri kardeşiniz Nihat Behram ile Militan. Benim için Militan, Ahmet Erhan’ın da doğuşu demek…
Öyledir de… Ahmet’i keşfeden Nihat’tır. Benim “keşif”lerim Yaşar Miraç ve Neşe Yaşın’dır.
Sizi resmetmeye gözlüklerinizden başlayacak biri olarak hep Ahmet Erhan’ın şu dizeleri gelir aklıma, gülümserim: “Severim Ataol Behramoğlu’nu, gözlüğünün camlarına dünya üşüşürken / O, belediye gazinosundaki toplu sünnet düğününe gitmeyi kurar.”
Pek güzel söylemiş sevgili Ahmet… Oğlum gibi severdim… Konuşurken sanki kalbi de konuşurdu. Sesi ve kalbi sanki aynı şeydi… Öylesine içten, gözü pek, korunmasız..
Pablo Neruda ve Ataol Behramoğlu. Farklı coğrafyaların birbirine benzeyen iki şairi. Paris’te kesişen yollar… Biraz anlatır mısınız?
Tesadüftü ve kuşkusuz paha biçilmez bir şanstı… Neruda’ya ancak özenebiliriz.
Rus dilinden Türkçe ’ye yaptığınız Puşkin, Çehov, Gorki, Turgenyev ve daha nice çeviriler, Türk, Dünya, Rus, Bulgar şiiri antolojileri… Şiir çevirileri zordur, yazıldığı duyguyu veremez çoğu çevirmen. Nasıl üstesinden geldiniz?
Dili bilirseniz, şiiri severseniz, içselleştirebilmişseniz, olur… Uyarlamadan söz etmiyorum… Fakat o şair olup çıkmanız gerekir… Şiir yazmak gibi bir sırdır bu da. Hayatınız çevirinize sinmezse, sonuç gerektiğince başarılı olamaz. Pek çok şiir çevirmeni bunun ne demek olduğunu bile bilmez. Sanır ki; sözcüklerin karşılığı birbiri ardına sıralanırsa çeviri yapılmış olur. Böyle olsaydı bütün bir dünya şiiri, milyarlarca dize, örneğin on yıl içinde bir dilden başka bir dile çevrilirdi. Oysa kim kez tek bir dizeyi bile on yıl emek verip de çeviremeyebilirsiniz.
Ve Puşkin madalyası! Rusya tarafından az sayıda verilmiş olan liyakat madalyası; büyük bir gurur.
Daha çok siyaset ve kültür adamlarına verilmiş bir madalya. Listelerde görebildiğim kadarıyla bu nişanı alan şair, yazar az sayıda. Bu anlamda kuşkusuz önemli. Puşkin adını taşıyan bir nişan, bence sadece şairlere, yazarlara, çevirmenlere verilmeliydi.
On Ayrılık Şiiri. Yalın sözcüklerle yazılmış ayrılık şiirleri fakat ayrılığın nedeni hakkında bir ipucu yok. Salt ayrılık… Neden?
Çünkü öyledir… Yıldızlar can çekişiyor derken başka söze gerek yoktur…
Ve neden her ayrılık şiiriniz çocukluğunuzun elinden tutar? Çocukluğun suçsuzluğu mudur vurgulanan yoksa masumluğuna özlem mi?
Sanırım ikisi de… Çocukluğunuz sizi arındırıyor… Yeni bir başlangıç umudu… İlkbahar…
On Ayrılık Şiiri’nin ortalarına geldiğimizde aşk ile ölümü buluşturduğunuzu görürüz. Ve burada olduğu gibi birçok şiirinizde karşılaştığımız ölüm. Yaşam ve ölüm. İki zıt kelimenin bir adamda buluşması. Bilirsiniz, ya ölümün peşinden gider şairler ya da yaşamın. Biri hep daha ağır basar. Sizdeki durumdan bahseder misiniz biraz?
Aşk ile ölüm değil de, ayrılık ile ölüm diyelim… Sorunuzun yanıtı ise, benim “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” ile sevgili Tarancı’nın “Otuz Beş Yaş”ı arasındaki farkta, taban tabana karşıtlıktadır. Tarancı ölümü yaşamın dışında görüyor. Bence yaşam ve ölüm bir şeyin bir birinden ayrılmaz iki yüzüdür. Yaşamı içselleştirdiğiniz ölçüde ölüm duygusu korkutuculuğunu yitirir.
Şair, öğretmen, yazar, çevirmen. Ama nereye ait? Uçurumlarına mı Kars’ın, Bakü’ye mi Azeri köklerinin peşinde olduğu, güvercin dolu avluları olan İstanbul’a mı, parkasına mı yıllarca meydanlara indiği. Paris, Londra, Moskova’ya mı? Yoksa aşklarına mı, şiire?
Ne güzel bir soru… Gülümsetti beni… Ne geçmiş, ne şimdi, ne gelecek… Hiçbiri tek başına anlamlı değil… Yaşam hepsisinin bütünü olarak baş döndürücü… Ben ona aidim…
(Röportaj: Gamze İyem)