Yıldız Hanım, hastaneden taburcu olacağı gün eşiyle hayatının bir muhasebesini yapıyordu.
Eşine içini dökmeye başladı: “Ağabeyim, babamın ölümünden sonra anneme hiç destek olmamıştı. Anneme arkadaş olmak, onun hastalıklarıyla ilgilenmek hep benim görevim olmuştu. Elbette annemi çok seviyordum; yaptıklarım bana ağır gelmiyordu. Ama neden ağabeyim anneme ve bana destek olmuyordu ki, bu durum içimi çok acıtmıştı. Ölene kadar anneme ilgim ve içimde ağabeyime duyduğum rahatsızlık devam etti. Ancak ağabeyime hiçbir şey söylememiştim.
Annemin ölümünden sonra bir gün bu yükten kurtulmaya karar verdim ve ağabeyime söyledim. Onu kırmak ya da üzmek için değil ya da hesap sormak için de değil. Sadece onun yardım etmemesinin beni çok üzdüğünü söyledim. O olay benim hayatımda önemli bir dönüm noktası oldu.
Ondan sonra pişman olacağım şeyleri yapmamaya karar verdim. Zamanında açıkça söyleseydim belki ağabeyim de annemle ilgilenirdi.
Sanırım onunla ilişkimin bozulmasından korktum. Evet, ağabeyimle bir ilişkim vardı, ama bu ilişkiden memnun değildim. Ona karşı açık olmamam beni ilişkimde memnuniyetsiz hale getirmişti.
Okulda da böyle şeyler yapmıştım. Okuldayken bir arkadaşımdan notları istemiştim; o da vermemişti. O notları vermeyince onunla konuşmayı bıraktım. Birkaç kez beni çay içmeye davet ettiyse de hepsini reddettim. Ardından birkaç arkadaşım daha ufak tefek şeylerde hata yapınca onlara karşı da kapandım.
Şimdi hatırlıyorum; ne basit şeylerdi. Bir tanesi söz verdiği halde bana telefon etmeyi unutmuştu. Bir tanesi iade etmeye söz verdiği bir kitabımı kaybetmişti.
Böylece ben kendimi başka insanlardan soyutlamaya başladım. Onlarla görüşmüyordum. Giderek yalnızlaşmaya başlamıştım. Bu yalnızlık sürecinde mutsuz da oluyordum. Eskiden yapmaktan hoşlandığım şeylerden artık hoşlanmamaya başlamıştım. Kendimi sevmemeye başlamıştım. Sanki içimde bir yabancı vardı.
Bir gün bir yazı okudum; “Akıl paraşüte benzer, ikisi de açıkken işe yarar.”
Bu yazı üstüne çok düşündüm. Açık olmak işe yarıyordu; ama ben hiç açık bir insan değildim. Duygu ve düşüncelerimi açıkça ifade edemiyordum. Paraşüt, tüm gökyüzündeki havayı kaplamaya çalışmıyordu; sadece kendi büyüklüğü kadar havaya odaklanıyor ve onunla yetiniyordu. Ben insanlarla ilişkimde onların olumlu yönleriyle yetinmeyi denememiş ve hep olumsuzluklara odaklanmıştım. Halbuki birçok olumlu yönleri de vardı.
Hayatımdaki insanların olumsuz yönlerini bırakıp onların olumlu yönlerine odaklanmaya başladım.
Örneğin, Ayşe hemen her zaman her yere geç kalırdı. Ama müthiş bir müzik zevki vardı; hiç kimsenin bilmediği müzisyenleri tanırdı. Üstelik inanılmaz yardımsever bir insandı. Kuzenim Murat, hiç ders çalışmayan bir insandı; ama sosyal ilişkileri harikaydı. Bu kadar hızlı dostluk kuran bir insan zor bulunurdu.
Bu bakış açısı hayatımı değiştirmeye başladı. Daha sevecen daha anlayışlı bir insan olmaya başladım. Artık insanlara daha az kızıyordum; eğer beni rahatsız edecek bir şey yapacak olursa da içime atmayıp söylüyordum.
Bir de gelen tekliflere artık çok daha fazla açık hale gelmiştim.
Üniversitede akademisyen olarak çalışırken özel bir şirketten gelen teklifi risk alarak kabul ettim. Önceki ben olsaydım, her türlü teklife kapalı dururdum. Üniversiteden geçtiğim şirkette bir sürü değişik görev ve projede çalıştım. Kendi potansiyelimi ve yeteneklerimi keşfetmeye başladım. 10 yıl kadar daha orada çalıştıktan sonra çok daha iyi koşullarla bir başka şirkete yükselerek geçtim.
Bütün bunların yanı sıra en önemlisini söylemeyi unuttum. Okul arkadaşım Filiz beni günübirlik Ballıkaya yürüyüşüne çağırdığında eski ben olsaydım, bu daveti reddederdim. Ama hayatın sunduğu bu hediyeye karşı açık oldum; onu kabul ettim. İyi ki de etmişim yoksa seninle nasıl tanışır ve evlenirdim?”
Yazan : Melih Arat